Hal İlmî

AHİR ZAMAN İLMİHALİ'NDEN
İslam dünyasında yaşayan bir buçuk milyar Müslümana rağmen, İslam'ın yeryüzünü müspet yönde değiştirici ve dönüştürücü bir rol oynayamamasında, Müslümanların geçmişte olduğu gibi tarihin motor gücü ve aktif öznesi olamamasında, tam tersine tarihin pasif bir nesnesi olmaktan hâlâ kurtulamamasında, kısacası Allah'ın Müslümanlara yüklediği "Yeryüzünde Allah'ın İradesini gerçekleştiren O'nun halifesi olma görevi"ni (2/el-Bakara, 30; 6/ el-En'âm, 165; 10/Yûnus, 14; 38/Sâd, 26) ve bu görev uyarınca yeryüzünde ahlak ve adalete dayalı bir sosyal düzen kurma "emanet"ini (33/el-Ahzâb, 72) yerine getirememesinde, İslam'a bilhassa amel/eylem düzeyinde yeterince bağlılık ve sadakat gösterememesinin büyük rolü olduğu herkese malum bir husustur. Bir başka ifadeyle bu başarısızlığın temelinde yatan yanlışlıkların başında, iman ile amel arasındaki kopmaz bağa ısrarla vurgu yapan Kur'an'a rağmen, bu bağın siyasi ve teolojik mülahazalarla koparılmış olması yatmaktadır. Parçalanma kabul etmez bir sistem olan İslam'ı hayata geçirme ve onu eksiksiz uygulama konusundaki bu başarısızlıklarına rağmen, İslam dünyasının kendisini hâlâ "Müslüman" yani Allah'a gerçekten boyun eğmiş ve O'na bütün benliğiyle teslim olmuş bir "Ümmet" zannetmeleri aslında bir yanılsamadan ibarettir. Bu yanılsamanın özünde, iman ile amel arasındaki kopmaz ilişkinin zedelenmiş, hatta imha edilmiş olması yatmaktadır. İman anlayışında, Kur'an'ın  iman ile amel arasındaki kopmaz bağa vurgu yapan anlayışı yerine, tarihsel şartlardan dolayı geliştirilmiş bulunan ve iman ile amel arasındaki ilişkinin zedelenmesine yol açan anlayışların benimsenmiş olması bu imha sürecinin en önemli faktörlerinden birisidir. Bugün hâlâ gelenekten gelen bu yanlış yaklaşımların güçlü etkisi altında bulunan İslam dünyasında, gerçekten -Aliya İzzetbegoviç'in bir kitabının başlığında kullandığı bir ifadeyi ödünç alarak- "Müslümanların Yeniden Müslümanlaştırılması"na acilen ihtiyaç bulunduğunu söylemek bu durumda kaçınılmaz görünmektedir. Gerçekten de Aliya'nın dediği gibi, İslam zulme, işgale, sömürüye karşı "direniş ve mücadele"yi emreder: "[Müminler o kimselerdir ki] bir zulüm ve saldırıya uğradıklarında dayanışma içerisinde birbirlerine yardım ederler" (42/ eş-Şûrâ, 39). Bu ayete göre zulme boyun eğen kimselerin ne kadar Müslüman oldukları dahi sorgulanabilir. Ne yazık ki Kur'an'ın bu kesin emrine rağmen, İslam ümmeti geçmişte olduğu gibi günümüzde de ödleklerle, işbirlikçilerle ve zalimlere yardakçılık yapanlarla doludur. Bundan tam yedi yüz elli sene önce Moğolların katliam amacıyla hazırladıkları mezbahaya hiçbir direniş göstermeden koyun sürüsü gibi giden binlerce Bağdatlı ne kadar Müslüman idiyse, bu olaydan yedi yüz elli yıl sonra modern(!) Moğollar tarafından tekrar işgal edilip, yıkıma uğratılıp katliama tabi tutulan, ancak buna karşı direnmeyen, hatta direnmek yerine işgalcilerle işbirliği yapan -Kürt-Arap,Şii-Sünni, Baasçı-İslamcı(!), kadın-erkek fark etmez- Bağdatlıların da
Müslümanlıkları o kadar tartışmalıdır.
Tuba Sağıroğlu'ndan

Yorumlar

SANDUKA