"HAYAT"


Çocukluğumun soğuk kış günlerinde evimizin sobalı odasına kurardık yer soframızı. Yedi kişilik geniş ailemle beraber otururduk sofraya. Herhangi bir nedenden dolayı çabucak sıkılan yapım o günlerde de mevcuttu. Soba ateşinin odayı inleten sesiyle beraber sıcak yemeklerimizi yudumlarken aniden basardı sıcaklık. Bu anlarda dedemin üzerime titreyerek “kapıyı açın hava alsın çocuk”, o da yetmezse “yavrum hayata çık da hava alıp gel” diyerek kurduğu cümleler hafızamın bir kenarında işlenmiştir.
“Hayat ne demek?” diye soranlarınız olacaktır. Bir kere olsun “Dedecim hayat nedir, neresidir?” gibi sorular sormadım dedeme. Çünkü o da, dedem gibi özdeşleşmişti benimle.
Köy evimizi hatırlıyorum bu esnada, dedemin çocukluğunun geçtiği, kerpiçlerini elleriyle taşıdığı bu evi. Yıllara rağmen hâlâ ayakta dimdik duran bir meydan okuyuşla bakıyor sokağa. Çökmeye yüz tutan cumbasıyla köye ayak basanları selamlıyor. İçinde nice insanlarla beraber nice anıları barındırmış bu tarihi evin odalarında geziniyorum.
İlk katta beni “yer evi” dediğimiz, tavanı basık, diğer odalara göre küçükçe ve bir duvarının içinde eski bir ocağı olan oda karşılıyor (Bizim kullanışımıza göre ocak, şömineyle aynı manaya gelmektedir.) Bu odanın neden daha alçak tavanlı olduğunu okuduğum bir makaleden öğreniyorum: Isınma kolaylığı sağlama sebebiyle basık tavanlı yapılan bu odalar, kış gecelerinde ailenin bütün fertlerini bir araya getiren maddi bir güç niteliği de taşıyor. Babam, ocağı göstererek “Bunun yanında oturan çayları doldurur” derdi. Yine onun anlattığına göre, kış aylarında ocağın yanına geçip çayları dolduran hep büyük dedem olurmuş.
Yer evinden çıkıp, tahta merdivenleri tırmanıyorum. Karşımda büyükçe bir salon. Tüm odaların kapılarını görebiliyorum, hepsi buraya açılıyor. Dedemin “hayat” tabirini bilfiil yaşıyorum şimdi: Kafamı yukarı kaldırıyorum, tavan arasından çatının kiremitleri el sallıyor. Onların aralarından süzen gökyüzünün pırıltılı ışıklarını çok rahat görebiliyorum. Sonra karşımda duran küçük balkon kapısını aralıyorum, gözlerim kamaşıyor. Loş hayata birden hayat ışığı doluyor..
Çocukluğum, bu hayatın tavanındaki kalınca tavan ağaçlarına kurduğumuz salıncakta geçti benim.. Şimdinin çocuklarına değil anlatmak, bu yaşamı göstermek dahi olağanüstü gelir mutlaka ki, bazı dönemlerine rastlamış olan ben bile hayranlıkla izliyorum bu insanların hayatını..

Yorumlar

Esra Bülbül dedi ki…
kübracım ya ellerine sağlık. bir anı, bir çocukluk anısı bu kadar güzel yazılabilirdi. itiraf ediyorum alıntı sandım önce, sonra saliha deyince bir kez daha okudum ve hayran kaldım. çocukluğuna da kalemine de..
sözlerin gönlümü nakşeden anılarımı getirdi benimde gözümün önüne.
köyümü bildim, belledim ben de ki; yazmak hatırlamak ve öğretmek lazım, büyük ailelerin hayat'ını..
teşekkürler canım, köy yuvamı burnumda tüttürdüğün için... :)
Esra
Kübra Karakaya dedi ki…
Bunlar senin güzel düşüncelerin canım, yazı herkesin bir anısını hatırlatmaya vesile oldu belki de bu yüzden o anıların güzelliği yazıyı güzelleştirdi veya anlamlaştırdı.. Yazıyı yazarken o günleri, o kalabalıklığı özlediğimi farkettim ben de.. O güzel insanları ve hayatlarını unutmamak için yazmak güzel bir eylem olacak diye düşünüyorum.. :)
Esra Bülbül dedi ki…
kesinlikle, devam etmelisin:)
üslubun gerçekten çok hoş, tevazu yapıyorsun:)
Emine Yiğit Aras dedi ki…
sade yaşamak ne güzel sade ama heybetli büyüklerimize en yakışan tabir bu sanki 'heybet'... zaman geçtikçe metabolizma yaşlanmakla kalmıyor hatıraları da silikleştiriyor ama bakıyorum benim de o dönemlerim öyle parlak ki zihnimde...sade hayatlar içinde olduğumuzdan mı yüreğimiz bulanık olmadığından mı bilmiyorum lakin çocukluğumuz en cennet kokan zamanımız nasıl unutulur ki...

not: esra bülbül kardeşime aynen katılıyorum yüreğine kalemine sağlık yazmaya devam kübra...
çok güzel yaa..
Kübra! devam et dostum;)

SANDUKA